12 EYLÜL 1979 – 12 EYLÜL 2012 11/09/2012 CİHANGİR/ İSTANBUL


Birinci bölüm;

12 Eylül dendiğinde akıllara hep 80 darbesi gelir. Bir yıl önce doğmuş olmak açıkçası azda olsa içimi rahatlatır. Ülkenin en karanlık günlerinden birinin, acılarının hatırlandığı bir günde doğum günü kutlamak bir yanımı hep incitmiştir. Ailemin birinci yaşımı kutlayacağı bir gün ve onlar bu anın keyfini yaşamak yerine, korku içindeydiler. Annem ve babamın doğum günümü hatırlamamaları bu yüzden sanırım. Ben ise 12 eylül 1980 darbesine, tüm emperyalist ve faşist güçlere inat bu günü sahiplenip, büyük bir şölen halinde kutluyorum. Var olduğum güne saygım ve mutluluğumla tüm insanlık için iyi dileklerimi diliyorum.

Yine bir 12 eylül, aradan 33 yıl sonra ülkem yine karanlık günler yaşıyor. Çocuklarımız karanlığa doğup, sistem tarafından esir ediliyor. Bu günlerin en can sıkıcı, acı olayları aklıma geldikçe delireceğimi sanıyorum. 66 aylık bebekler okullara taşınıyor. 13 yaşında kız çocukları tecavüze uğruyor ve doğurmaya zorlanıyor, 18 yaşında gençler, şehit adıyla ölümleri meşrulaştırılıyor. Ve daha bir sürü şey…

Sistem hepimize, tüm ulusa tecavüz ediyor.

33 yıldır hep karanlıkta yaşadım, tıpkı sizler gibi ama yeni bir yaşa girerken yine umutluyum. Işığı gördüm diyorum, içimdeki ışığı görüyorum. Her varlığın kendi içindeki ışığı görmesini istiyorum. Çok derinde değil, kirliliklerden arınmak gerekiyor sadece, içimizde çok güçlü bir ışık var. Bizi aydınlığa götürecek, uyanmamızı sağlayacak, uyanacağız, uyanmalıyız.

Uyanmalıyız yazınca aklıma Melih Cevdet Anday’ın en sevdiğim şiiri geldi. Yıllarca bana güç vermiştir bu şiir, onuda sizlerle paylaşıyorum.

TELGRAFHANE
uyuyamayacaksın
memleketinin hali
seni seslerle uyandıracak
oturup yazacaksın.
çünkü sen artık o eski sen değilsin
sen simdi issiz bir telgrafhane gibisin,
durmadan sesler alacak
sesler vereceksin.
uyuyamayacaksın
düzelmeden memleketinin hali
düzelmeden dünyanın hali
gözüne uyku giremez ki...
uyumayacaksın
bir sis cani gibi gecenin içinde
ta gün ışıyıncaya kadar
vakur metin sade
çalacaksın.

Melih Cevdet “uyuyamayacaksın” demiş ama biz çok derin bir uykudayız. Uyanacağız, uyanmalıyız.

bebek

İkinci bölüm.

Doğum günlerimi önemsemem için bolca nedenim var. Bunlardan bazıları şimdi yazacaklarım.

Doğum bir varoluş hikayesi, varoluşumun nedenlerini hep sorguladım. Neden ben dünyaya geldim, ben kimim gibi sorular ve kimi zaman derinleşen sorgulamalar. Belki küçücük bir hücre, belkide bir atom parçacığıyım. Beni tanımak için 33 yıl harcadım ve daha çok yıl harcayacağa benziyorum. Az çok anladım beni, kabul etmeyi, bağışlamayı, hoş görmeyi, sarılmayı az çok öğrendim. Beni sevmek ve mutlu etmeyi öğrendim. Hep öğrendim diye yazdım ama doğrusu şu sanırım. Hatırladım beni, daha çok hatırlamak için yolculuğa devam ediyorum.

Daha önce yazmışmıydım pek hatırlamıyorum, evin son çocuğuyum “tekne kazıntısı”, “istenmeyen çocuk”, “kazara gelen”. Önceleri bozulurdum, istenmemiş olmama şimdi ise anlıyor ve çok eğleniyorum. Doğum tarihim itibariyle bir yılbaşı eğlencesi olduğuma da eminim. Annem ve babamla da eğlendim tabi “eğlencede evet, ben olunca yok istemeyiz” diyerek. Başlarda istenmesemde, sonralarında, yıllar sonra eve neşe ve oyun getirmiştim. Tekne kazıntısı olmak ayrıca çok keyifli, her türlü şımarıklığıma gülümseyen yetişkinlerle yaşamak güzel bir duygu.

Çok güzel, mutlu bir çocukluk geçirdiğimi daha önce yazmıştım. Şimdilerde ise mutlu, tatlı şımarıklıklarımla bir yetişkinlik geçiriyorum.

Doğum oluşunu, her zaman dikkatle inceledim. Hamile yogası dersi vermeyide sanırım bu yüzden çok seviyorum. Hamilelerle olmak bana çok iyi hissettiriyor. Bir oluşa tanık oluyorum. Bunun yanı sıra keyifli görseller de var. Örneğin hamile olmayan insanlara yoga dersi verirken öğrenci sayısını gözle görebiliyorsunuz. Ama hamilelere sormanız gerekiyor “ kaç kişisiniz?” Gözle gördüğünüz öğrenci sayısını en az ikiyle çarpın. Bir hamilenin İkiz bebeği varsa çığlığı basıyorum. Bu benim için çok heyecan verici, ders boyunca her öğrenciyi ve bebeklerini dikkatle izlemek, sonrasında minik sohbetlerle bebeklerin ne yaptığını öğrenmek, şöyle şeyler duyuyorum.

  • Bu gün çok hareket etti, ilk yoga dersi.
  • Ders boyunca uyudu. Yoga onu sakinleştirdi.
  • Tekmelerini takip etmekten hiçbir pozu yapamadım. Gibi…

Onların içerde neler karıştırdığını göremiyorum ama hissediyorum anneleride aracı oluyorlar bana. Son dönemde hamileler hakında yaptığım tüm tahmineler tutuyor, öyleki espirisini yapar hale geldim. Bir hamileyi, kokusundan, duruşundan, bakışından, adımından tanırım gibi… Bazı öğrencilerimin doğum sonrası hikayelerini dinliyor ve bebeklerini seviyorum, çok güzel bir duygu varoluşa tanık olmak. Anneler çok şanslı, Hamileliklerinin doyasıya keyfini çıkarsınlar, biliyorum zaman zaman sıkıntılı anlar geçiriyorlar. Bunun için yoga yapmalarını çok önemsiyorum. Yoga bu süreçte anne ve bebek arasında önemli bir bağ oluşmasına yardımcı oluyor. Yoga buna bir fırsat tanıyor. Bebeğinle başbaşa kalma ve farkında olma zamanı yaratıyor.

Bağ kurmak deyince kendime dönüyorum, Annemle aramdaki bağ yıllarca tartışma konum oldu. Daha yeni özgürleştim.

Bağ kurma konusunda kısa bir hikaye;

Annemle hep bir mesafemiz oldu, birbirimizi çok sevmemize rağmen hep bir şey bizi itti. Hamile yogası eğitmenliği eğitimi alırken, bir film izledik, Anne ve bebek arsında kurulan bağ ve çocuğun hayatına etkileri üzerine. Tam hatırlamıyorum, uzun bir filmdi. Bir buçuk – iki saat belki, aralıksız, sessizce film boyunca ağladım. O film benim annemle aramdaki mesafenin nedenlerini apaçık ortaya koyuyordu. Annemle aramda eksik olan şey BAĞdı. İyi hatırlıyorum. ” Normal doğmun anne ve bebek arasındaki bağı kurmakta çok etkili olduğunu söylüyordu”. Sadece doğumun normal olması değil, ben normal doğumla doğdum. Hamilelik süreci çok önemli, bebek ilk birleşmede yani ilk aşk anından (spermin ve yumurtanın buluştuğu an) itibaren sizi hissediyor. İstenmeyen çocuk olmam, doğumumda yaşanan koşullardan kaynaklı gerginlikler gibi. Bu gün hatırlamasamda annem bana hamileyken ne yaşadıysa hepsini hissettim. Ben onun aldığı nefesi aldım, onun gördüğünü gördüm, onun tattığını, dokunduğunu, sevdiğini, güldüğünü, ağladığını, korktuğunu, acı çektiğini onun her deneyimini bende yaşadım. Ben oydum oda ben.

Filmde bu bağın her zaman kurulabileceğini söylüyordu. Kaynağı bul ve annenle buluş. Bunu duyunca daha çok korktum. Çünkü annem o dönemde ağır bir hastalıkla savaşıyordu. Her an ölebilirdi. Ve ben hiçbir zaman o bağı kuramaya bilirdim. En kısa zamanda anneme gittim. Uzun saatler o beni duymasada konuştum. İşe yarayacaktı, annemle yıllarca kuramadığım bağı kuracaktım. Denedim, işe yaramışmıydı annem beni duymuşmuydu bilmiyorum ama ben farklı hissetmiyordum. Hala o mesafe, orada duvar gibi duruyordu. Aradan aylar geçti annem iyileşiyordu, çok şanslıydık. Bir ziyaretimde konu kendiliğinden açıldı.

Ve anneme şöyle söyledim.

  • Anne sanırım benim doğmamam gerekiyordu. Sen beni istememiştin.

Annem sinirlendi, yüksek ve tokatlayan bir ses tonuyla;

  • Doğmak istemeseydin zaten doğmazdın. Ben seni istemedim ama sen doğmayı istedin.

Bu söz benim annemle barışmama, mesafenin kalkmasına, bağın kurulmasına neden oldu.

Ben hep istenmemiş olduğumun yükünü taşımışım. Bu dürüst ve gerçek söylem benim yaşamla bağımı da güçlendirdi.

Anne iyiki doğmak istemişim. Ve seni seçmekle en iyisini yapmışım.

Her doğum günümde anneme teşekkür ederim. Beni doğurduğu için varoluşuma, bedenlenmeme yardım ettiği için, tabi babamıda unutmam, hemen her yıl aynı sözü söylerim, içten içe bana kızar, homurdanır ve  rica ederim der.

Her anne adayı için; bebeğinizi yapmaya karar vermeden önce sevin, öyle büyük bir aşkla yapınki en güzel ruh sizi seçsin. Bu sadece kadının yapabileceği bir şey, sevginizin evrenin enerjisine karışmasına izin verin, içinizdeki ışığı görünki bebeğiniz sizi seçebilsin.

Doğum günü hikayem şimdilik bu kadar. İyi ki doğmuşum iyiki varım 🙂

Mutluyum, evrendeki tüm varlıklar mutlu olsun, mutlu olun. 

Did you like this? Share it: